Ruh Sağlığı

Amerikalı profesörün sufiliğe uzanan hikâyesi

Amerikalı profesörün sufiliğe uzanan hikâyesi

Robert Frager
Amerikalı bir psikoloji profesörü, eski Musevi yeni Müslüman, hem de Cerrahi şeyhi bir sufi. Birbirine gayet zıt görünen tüm bu kelimeler bir insanın hayat hikâyesini anlatan bir metne dönüşebilir mi?

Söz konusu, Robert Frager’ın hayatıysa olabilir. Ben Ötesi Psikoloji Enstitüsü’nün (The Institute Of Transpersonal Pyschology) kurucusu, Kalp, Nefs ve Ruh Tekamül, Denge ve Uyumun Sufice Psikolojisi gibi kitapların yazarı olan Frager, Türkiye’de “Şeyh Ragıp” olarak biliniyor. Geçtiğimiz cumartesi günü “Kim Psikoloji”de ruh sağlığı uzmanlarıyla söyleşi için buluşan Robert Frager’la ilginç hayat hikâyesini konuştuk.

1975’te ‘Ben Ötesi Psikoloji Enstitüsü’nü kurdunuz. Ben Ötesi Psikoloji’nin çıkış noktası ve temel felsefesi nedir?

Lisans, doktora ve master öğrencileri yetiştiren akademik bir enstitü. Enstitü kurulmadan önce meditasyon, yoga gibi ilgilendiğim birçok alan oldu. Japonya’da yaşadım, aikido eğitimi aldım. Kuruluş aşamasında bir arkadaşımla birlikte yeni öğrenciler için neler yapılabileceğini, nasıl bir eğitim verileceğini tartışmaya başladık. Enstitüdeki disiplinin beden ve ruhla çift kanatlı olarak gitmesinin; beden disiplinleriyle ilgili yoga, aikido gibi etkinliklere yer verilmesinin, ruhsal olarak da dini öğretiler üzerinden gidilmesinin uygun olacağı sonucuna vardık. 1975’te 17 öğrenciyle, hiç paramız olmadan enstitüyü kurduk. Şu anda okul çok büyüdü ve dünyanın her yerinde öğrencileri var. Temel felsefesi ise eğitim insanı tümüyle içermeli. Sadece zihin melekesinden ibaret olmamalı. Ruh da dâhil olmalı. Aynı zamanda bu eğitim kişi üzerinde değişiklik yapabilmeli. Aksi takdirde Kur-an’ı Kerim’de de denildiği gibi “Bilgi yüklü âlim, kitap yüklü eşeğe benzer.” durumu ortaya çıkıyor. Okulumun amacı insanı değiştirmesi, dönüştürmesi.

Tasavvufla tanışmanız Ben Ötesi Psikoloji Enstitüsü’nü kurmanızdan beş yıl sonraya denk geliyor. Tasavvufun Ben Ötesi Psikoloji’ye etkileri oldu mu? Mesela beslediğini söyleyebilir misiniz?

İnşallah öncelikle beni etkilemiştir. Eğer beni etkilediyse ben, iyi bir öğretmen ve yönetici olurum enstitüde.

Aynı zamanda bir Cerrahi şeyhisiniz ve Türkiye’de Şeyh Ragıp olarak da biliniyorsunuz. Cerrahi tarikatının şeyhi Muzaffer Özak Hocaefendi’yle tanışmanızdan sonra hayatınızda neler değişti?

Nasıl değiştiğimi söylemek zor ama çok ilginç bir andı. Muzaffer Efendi ve dervişlerini misafir etmek istedik, Amerika’ya davet ettik. Stanford Üniversitesi’nde zikir seremonilerini de görmek istiyorduk. (Enstitü, Stanford Üniversitesi’nin karşısında). Birçok başörtülü kadın ve takkeli erkek vardı. Bunlar Türk dervişler olmalı diye düşündüm. O sırada enstitünün başkanlığını yapıyordum ve çok meşguldüm. Odamda telefonla konuşurken kapı biraz aralandı. Bir adam kapının önünden geçti. Adam durmadı ama sadece o küçücük aralıktan onunla göz göze geldik. Benim için zaman o anda durdu. Çok garip bir tecrübeydi. Sanki o adam benim geçmişte yaptığım her şeyi hatta o anda yaptığım telefon görüşmesini bile biliyordu. Oradan geçenin Muzaffer Efendi olmasını diledim. Çünkü o bir derviş olsa ve Muzaffer Efendi de onun şeyhi olmuş olsa dayanamazdım. Çok güçlü bir şey olurdu o zaman.

Sizi bu denli etkileyen şey neydi o an?

İlk bakışta onda gördüğüm şey bilgelik ve güçtü. Okuldaki görevim sebebiyle birçok manevi rehberle karşılaştım. Musevi, Hıristiyan, Budist… Birçoğundan çok şey öğrendim, çok hoşlandıklarım oldu. Ama Muzaffer Efendi’yle karşılaşmam hepsinden farklıydı. Hissettiğim şey, o öğretinin bütün hayatımı etkilediğiydi. İlk yılda bile bunu hissedebiliyordum. Geleceğini duyduğumda onunla vakit geçirebileyim diye tüm programımı iptal ediyordum.

Sonra ne zaman görüştünüz kendisiyle?

Bir yıl sonra tekrar geldi Enstitüye. Onları havaalanında karşıladık, çeşitli hediyeler verdik. Tek bildiğim dervişleri ve Muzaffer hocayı çok seviyordum. Tasavvufla ilgili hiçbir bilgim yoktu. Ta ki genç bir bayanla Muzaffer Efendi arasında geçen ilginç konuşmayı duyana kadar. “Amerikalı biri derviş olabilir mi?” diye sordu bayan Muzaffer Efendi’ye. O da dikkatlice dinledi ve adeta onun söylediğini bir ayna gibi yansıtarak, “Evet, Amerikalı biri derviş olabilir.” dedi. Bunun onun asıl sorusu olmadığı belliydi ve sonrasında bayan, “Amerika’da yaşayan biri sizin dervişiniz olabilir mi?” diye sordu. O da tekrar dikkatlice dinledi yine soruyu tekrar ederek, “Evet Amerika’da yaşayan biri benim dervişim olabilir.” dedi. Sonunda bayan “Sizin dervişiniz olabilir miyim?” diye sordu ve ağlamaya başladı. Muzaffer Efendi de “Sen zaten benim manevi kızım oldun.” dedi. Bunları duyduğumda ben de manevi oğlu olabilir miyim diye düşündüm. Kafam çok karıştı, bayanın ağlamasından çok etkilendim ve odama geçip gizlice ağladım (gözleri doluyor). Gün içerisinde de bu olay ne zaman aklıma gelse hemen odama girip ağlıyordum. Bu gözyaşları farklıydı. Üzüntüden kaynaklanmıyordu. Aksine derin bir coşkudan geliyordu.

‘Ağlamak güzeldir, biz hep ağlıyoruz’
Ne kadar sürdü bu durum?

Hemen o akşam dervişlerden birine odama gelmesini rica etim ve ona: “Şeyhin dervişlerinden biri olabilir miyim?” diye sordum, tekrar ağlamaya başladım. Bu sırada derviş, “Ağlamak güzeldir, biz hep ağlıyoruz.” dedi. Ertesi gün hiç kimse bana bir şey söylemedi, neler olup bittiği hakkında bir bilgim yoktu. Bir sonraki gece zikir vardı. O zaman tekrar düşündüm, ben de bu zikre katılabilir miyim diye. Ancak zikir konusunda hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Zikirden sonra Muzaffer Efendi dua etti. Dua sırasında herkes gibi gözlerimi kapadım, ellerimi açtım. Söylediği hiçbir şeyi anlamıyordum ama çok garip bir tecrübeydi. Sanki bir yerlerden üzerime ışık yağıyor gibiydi. Sonra Muzaffer Efendi, “Bu dua senin için, bu gece sen el alıyorsun.” dedi.

Bu dönemde Müslümanlığa dair düşünceleriniz nelerdi?

Bana el aldığımı söyledikleri akşam kafamda çok garip düşünceler vardı. Hâlâ Musevi olmayı bırakmak gibi bir fikrim yoktu. Aynı zamanda yoga ve meditasyon yapıyordum. O da benim bir parçamdı ve o yanımı da koruyordum. Eğer bana şunu bırak deselerdi, belki de yapmayacaktım. Fakat duadan sonra kimse bana ‘şunu yapacaksın’ demedi. Ama olacağının da farkındaydım, bu doğal bir süreçti. Kendimi tehlikeli, iniş-çıkışları olan bir yolda hissediyordum.

Ne zaman Müslüman oldunuz peki?

O gece şahadet getirmiştim ama tabiî ki bunu tam olarak idrak edebilmem aylar aldı. Derviş olmak, Müslüman olmak neydi? Namaz kılmalı mıyız? Nasıl kılacağız? Hiçbir şey bilmiyordum. Mart ayında şahadet getirdim ve nisanda New York’tan bir derviş geldi. Kur’an’ı, nasıl namaz kılacağımı öğrenmeye başladım.

***

Tasavvuftan her şeyin kalpte olduğunu öğrendim
Bir sosyal bilim olan psikolojinin pozitif bilimden yararlandığı durumlar da var. Siz, 21. yy. psikoloji biliminin insanın spritüel inançları üzerine daha fazla eğilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz. Pozitif bilimcilerden tepki aldığımız oluyor mu?

Tabii ki. Ben Ötesi Psikoloji’yle ilgilenmeye başladığımda California Üniversitesi’nde görev yapıyordum ve on yıldır devam eden bir yükselişim vardı. Şimdi geriye dönüp baktığımda çılgınca geliyor ama 10 yıl sonra kendi okulumu kurmaya karar verdim. Çünkü psikoloji içinde manevi gelenekleri de içermeliydi ve bunu o okulda yapmamız mümkün değildi.

Batılı bir bilim adamı ve psikoloji profesörü olarak tasavvufun insan psikolojisi üzerindeki etkilerinden sizi en çok hangisi şaşırttı?

Tasavvuf dramatik olmak demek değildir. Gerçek bir insan olmaktır. Bazı insanların çok büyük manevi tecrübeleri vardır ama bu film izlemek gibi bir şeydir. Filmden sonra hiçbir değişiklik yoktur, her şey aynıdır hayatında. Çok az film birini iyi bir anne ya da baba haline getirebilir. Bu tarz özel manevi tecrübelerden ziyade gerçek hayatta insanın kat ettiği yol daha önemli. İşyerindeki insanlara iyi davranabilmesi, evindeki görevleri daha iyi konumlara gelebilmesi gibi.

Siz Amerikalısınız, eşiniz Türk. Nasıl tanıştınız eşinizle?

Eşimle New York’ta Cerrahi tekkesinde tanıştık. O sırada Cerrahi tekkesini ziyaret ediyordu.

Spora da ilginiz var. Aikido’da 7. derece kuşak sahibisiniz ve bir dönem aikido hocalığı da yaptığınızı biliyoruz. Devam ediyor mu?

1964’te Japonya’dayken aikidoyu kurucusundan öğrendim. Hâlâ aikido öğretiyorum. Bütün psikoloji öğrencilerim aikido öğrenmeli benden. İşadamlarına da aynı zamanda aikido öğretiyorum. Japonlardan öğrendiğim şey her şeyi belde taşıdıklarıydı, ama tasavvuftan öğrendiğim şey, her şeyin kalpte olduğu…

ZAMAN
ASLIHAN KÖŞŞEKOĞLU
01 Ağustos 2010, Pazar

Yorum Yap

Konuşalım

T: +90 216 428 7546
E: [email protected]