Psikoloji HaberleriRuh Sağlığı

Stresi mutluluğa dönüştürmenin yolları

Stresi mutluluğa dönüştürmenin yolları

Kendimizin veya çevremizin stres altında olup olmadığını aşağıdaki belirtilerden anlayabiliriz.

I- STRES BELİRTİLERİ

Kendimizin veya çevremizin stres altında olup olmadığını aşağıdaki belirtilerden anlayabiliriz.

KENDİNİZDEKİ STRES BELİRTİLERİ (1)

Saldırganlık ve kayıtsızlık

Sıkıntı, gerilim hali

Sinirlilik

Neşesizleşme, durgunlaşma, çökkünlük hali

Dinlenmeyle geçmeyen yorgunluk

Unutkanlık

Huzursuzluk, korkulu rüyalar

Karamsarlık, kendini küçük görme, yalnızlık hissi

Yersiz suçluluk hissetme

TABLO II

KENDİNİZDEKİ STRES BELİRTİKLERİ (2)

Organik açıklaması olmayan:

Ağız kuruluğu

Üşüme, titreme

Vücutta uyuşukluk, karıncalanma hissi

Sebepsiz çarpıntı

Yersiz soğukluk, sıcaklık hissi

Baş ağrıları, baş dönmeleri

İdrar sıklığı

Mide bulantısı, kusma, ishal

Uyku iştah bozukluğu

Konuşma güçlükleri

Uykuda diş gıcırdatma, konuşma

Gürültüye ve sese karşı duyarlılık

TABLO III

BAŞKALARININ STRES BELİRTİLERİ

Gittikçe artan alkol, sigara, psikoaktif madde kullanımı

Stres verici inkar

Heyecansal patlamalar

Kolay heyecana kapılma

Ani davranışlar

Yetersiz yeme, içme

Negativistik tutum başlaması

Çocuksu tepkiler

Huzursuzluk

Gereksiz riske girme

TABLO IV

GRUP İÇİNDE STRES İŞARETLERİ

Tartışmaların artması

Şikayetlerin artması

Çalışma ahenginin bozulması

Kurallara önem vermemek

Üretkenliğin düşmesi

Eleştiriye karşı duyarlılık

Hastalık için başvurunun artması

Otoriteye saygısızlık, itaatsizlik

II- STRES VE KİŞİLİK

Bilge bir zatın talebesi sürekli her şeyden yakınıyor, şikayet ediyor, karamsar davranışlar sergiliyordu.Söylediklerinin çoğu haklıydı.Bilge kişi sürekli onu izliyordu.

Bir gün bir avuç tuz aldı bir bardak su ile karıştırdı.İçmesini istedi; öğrencisi ağzına almasıyla çıkarması bir oldu.

-Neden tükürdün, dedi bilge hoca.

-Öğrencisi ”Çok acı” diye cevap verdi.

Hocası onu aldı gölün kenarına götürdü.Aynı miktar tuzu göle attı.Gölden bir bardak su aldı ve öğrencisine içirdi.

-Nasıl,diye sordu.

-Çok nefis, diye cevap aldı.

Bilge kişinin yorumu şöyleydi “Oğlum hayattaki zorluklar bir tutam tuz gibi onu duygularınla geniş karşılarsan sana zarar vermez. Sarayda kederli , zindanda mutlu olmak insanın elindedir.”

İnsanın yaşam tarzı ve kişilik yapısı dünyaya bakış biçimi ile stresin o kişideki etkisi arasında bağlantı verir.

Rosenman ve Friedman’ın geliştirdikleri A tipi ve B tipi tutum maddeleri strese yatkınlık açısından iyi bir ölçek olmaktadır.

A tipi insan aceleci, sabırsız, rekabetçi ve saldırgandır (%50). B tipi insan rahat, sakin, sabırlı, keyiflidir (%40), %10 insanda arada bir yerdedir. Bu değerler hem kadınlar hem de erkekler için geçerlidir.

A tipi insanlar B tipine oranla 3 misli daha fazla kalp hastalığı geçiriyorlar.

Başarılı olmak için günümüz dünya görüşü A tipi kişiliği özendirmektedir. Kazanmak, sahip olmak, elde etmek, tüketmek özendirilmektedir.

Beklenti düzeyinin yükselmesi tüketim modeline dayanan ekonominin lokomotifi olmaktadır.Tüketimi, lüks yaşamı, çok harcamayı özendiren yarışmacı, rekabetçi ekonomi anlayışı sonucu insanlar üzerinde zaman ve başarı baskısı oluşturmaktadır.Bu baskı gerilimin artışını ve bir çok strese bağlı hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.

A tipi bir kişi sabah evden telaşla çıkar, plansızdır, adam gibi kahvaltı yapmaz, işe vardığında fazla görev üstlenir, dikkati kolay dağılır, işe kendini kaptırır, hızlı karar alır.Toplantılarda işi son dakikaya bırakır, kendine fazla güvenir, öğle tatili yapmamayı tercih eder.İnsanları yönetirken fazla düşünmeden haksız taleplerde bulunur.Dinlemeyi sevmez.Aileye vakit ayırmaz, geç saatlere kadar çalışır.

Davranışlarında “Dur, düşün, yap, Dur, düşün, konuş” kuralını uygulayamayan bir hiperaktif gibidir.

Son yıllarda yapılan beyin araştırmalarında bu çocuklarda beynin ön bölgesinde kan dolaşımının iyi olmadığı, kan şekerini iyi kullanamadığı, Dopamin maddesinin eksik olduğu belirlendi.

Buna benzer belirtiler yetişkinlerde de rastlanmaktadır. ABD ve Kanada’da yapılan araştırmalar 100 erişkinden 1-2 sinin Hiperaktif olduğunu gösterdi. Bu hiperaktif erişkinlerin tedavi edilmesi gerektiği, aksi taktirde aile ve sosyal sorunlar yaşadığı belirtilmektedir.

Hiperaktif büyükler çoğu zaman hiperaktif olduklarının farkında değildirler. Hiperaktif çocuğun babasında hiperaktif olma ihtimali çok yüksektir.(%25)

Bu kişiler isteklerinin anında yapılmasını isterler, öfke patlamaları vardır, misafirlikte ve restoranda uzun süre oturamazlar, ikide bir kalkıp dolaşırlar. Randevu saatinin gelmesini sabırsızlıkla beklerler, 5-10 dakika sonra oflayıp puflarlar, gözlük, anahtar, elleriyle, kağıtlarla oynarlar.

BELİRTİLER

  • Yerinde duramaz, gergin ve sinirlidir. Uzun süre gazete, kitap okuyamaz.
  • Duyguları inişli çıkışlıdır. Kendini iyi-kötü hissetme arasında dalgalanır.
  • Dikkatleri dağınıktır. Uzun süre kafa yorma gerektiren işlerden kaçınırlar.       Sadece ilgi alanında dikkat sürdürebilirler.
  • Planlar yapamazlar, her işi yarım bırakma eğilimindedirler.
  • Sorun çözme, zorluklara dayanma güçleri zayıftır.
  • Zamanı iyi kullanamazlar.
  • Tehlikeli, pervasız araç kullanırlar.
  • Öfkelilik yüksektir, kontrolü kolay kaybederler.
  • Dürtülerini kontrol edemezler, sık sık ev ve iş değiştirirler. Sevgili ve eş değiştirirler, maymun iştahlıdırlar. Sonuçlarını düşünmeden ani kararlar verirler.
  • Stres karşısında kolay pes ederler, uygunsuz tepki verirler
  • İçki ve sigaraya yatkındırlar, kontrolsüz kullanırlar.
  • Bir arada birkaç işle uğraşırlar ve bitirmede güçlük çekerler.
  • Klasik yaşamdan nefret ederler. Herkesin izlediği kurallar hoşlarına gitmez.
  • Sık sık parmak çıtırdatır, şaklatır, ayaklarını sallarlar.
  • Çok konuşmayı sever, veya söz keserler.
  • Unutkandırlar, eşyalarını kaybederler. Anahtar, gözlük, cep telefonunu sık  kaybederler.
  • Sözel, fiziksel saldırganlık gösterirler. Ufak tartışmayı kavgaya dönüştürürler.
  • Yasalarla özellikle trafikte başları çok derde girer.
  • Tehlikeyi ve riski severler.
  • Kendilerini hayal kırıklığına uğramış hissederler, kolay mutlu olmazlar.
  • Zekalarına uygun başarıyı yakalayamazlar.
  • Dinlemeyi sevmezler, sık sık söz keserler.
  • İstirahatta bile bir şeylerle uğraşırlar.

KALP, MİDE HASTALIKLARI YÜKSEKTİR

Strese yatkın kişilik özellikleri nedeniyle aceleci ve sabırsızlıkları çok belirgindir. A tipi kişilik özellikleri taşırlar. Bu nedenle Kalp krizi geçirme oranları 5 misli yüksektir. Mide, bağırsak, astım, alerji gibi psikosomatik hastalıklar 3 misli fazladır.

TEDAVİ : Yapılan beyin araştırmaları bu kişilerin beyin ön bölgesinin kan dolaşımının iyi olmadığı, kan şekerini iyi kullanamadığı, oksijenleşmenin yetersiz olduğu ve Dopamin eksikliği gösterdiğini belirtmektedir. Beyin haritalaması ile, belirlenebilen bu durumun tedavisi vardır. Uyuşturucu olmayan ilaçlar ve bilgisayarlı yöntemlerle yeni tedavi yaklaşımlar iyi sonuçlar vermektedir.

III- ZEKA, BEYİN  VE GELECEK

Zekanın tek tip olduğu ve doğuştan sabit bir düzeyde olduğu inancı yıkılmaktadır. Howard Gardner’in çoklu zeka, Daniel Goleman’ın duygusal zeka konusundaki tezleri önemli tartışmalara yol açmıştır.

Bilim dünyasının yeni projesi “Beyin projesidir.” Genom projesi tamamlandı ve evrenin sırları konusunda önemli bir adım atıldı. Beyin projesi için 30 yıllık bir süre belirlendi. “Nasıl düşünüyoruz” sorusuna cevap vermek insanlığın sırlarının anlaşılmasında önemli bir hedef olmuştur.

“World Future Society” (Dünya Gelecek Derneği) öğrenmenin gelişmesi, okul eğitimi ve onunla yakından ilişkisi olan IQ zekası konusunda ilginç görüşler öne sürmektedir.

1-     Şimdiye kadar yapılmış en büyük makine olan İNTERNET giderek büyüyecek ve önem kazanacaktır.

2-     Beden gücünün yerini mekanik makineler aldı. Bilgisayarlarda zihinsel çalışmaların yükünü azaltacaktır.

3-     Bilgi teknolojisi dünyanın her yerine yayılacak, aletleri küçülecek, herkes taşıyabilecek. Hatta bedeninize yerleştirilebilecektir. Ürünleri tanıtmak için bedava bile verilecektir.

4-     Dünya kültürü oluşacak, kültür ve dillerde çoğu yok olacaktır. Beklenmedik olaylar ve tehlikelere neden olabilecektir.

5-     Akıllı evler oluşacak, büro gökdelenler gereksizleşecektir. İnsanların çoğu kırsal kesime, tatil yörelerine yerleşecek, bilgi teknolojisi ile işlerini yürütecektir. Evler çok çekici olacak, dışarı çıkmak istemeyen insan yeni bir yalnız yaşam türü oluşturacaktır.

6-     Yeni yaşam türü insanı antisosyalleşecek, suç davranışlarında artışlar oluşacaktır.

7-     Klasik zekaya dayalı klasik okul eğitimi şekil değiştirecek. Her alanda paketlenmiş eğitim yardımları alabilecektir

Okul eğitimi bebeklik çağından başlayacak “Yaşam boyu” eğitim düşüncesi yaygınlaşacaktır. “Uzaktan eğitim” bütün dünyaya yayılacaktır.

8-     Okul sınıfları çok farklı, yetenek ve ilgileri olan öğrencileri bir araya getirecek daha çok sanal gerçekler konuşulacaktır.

9-     Depolanmış bilgi kaynakları genç kuşağın daha kolay ulaşacağı hale gelecek, daha çok bilgi sahibi olmak yerine daha az bilecek , ancak bilgiye istediği anda ulaşacak.

10-  İnsanlığın bugüne kadar edindiği bütün bilgilerden kendi çalışmaları için yararlanabilecektir.

11-  Eğitim kişisel tempoya göre tamamlanabilecektir.

12-  Disiplinli, ama eğlenceli eğitim felsefesi yerleşecek, öğretmenlik görevi öğrencilerdeki yıkıcı ve oyuncu eğilimleri denetleme önceliğine dönüşecektir.

13-  Gerçekler yerine sanal dünyada yaşanacak bencillik, kumar, kişisel çıkar tutkunluğu daha büyük toplumsal sorun haline gelecektir.

ZEKANIN BİYOLOJİSİ

Filin ve balinanın beyinleri insan beyninden daha ağırdır. Ancak beyin ağırlığı vücut ağırlığı oranı insanda daha yüksektir.

Beyin ağırlığı (E) = Beyin katsayısı (K) x Vücut ağırlığı (P)

Beyin katsayısı insanda 2.8, maymunda 0.4, farelerde 0.007’dir. (Dubois)

Öğrenme hızı ölçümlerinde şempanze zeka katsayısı 104 olan çocuktan ikili sınamada öğrenmeyi daha hızlı yapmıştır. (Hodos,Schimitt)

Hayvanlar koku temelinde daha başarılı, insanlar görme temelinde daha başarılıdır.

İnsan soyunun kendi içindeki beyin ağırlığı çelişkili sonuçlar vermiştir. Dahilerin otopsisinde beyni 1000 gram çıkan dahiler olmuştur. Avrupalıların ortalama beyni 1400 gramdır.

Beyin büyüklüğü ile zeka arasında doğru orantı kurulamamaktadır.

Zekanın beyindeki yeri:

Zihinsel etkinlikler beynin belirli bölgeleri ile bağlanabilir mi?

Bu zor fakat önemli bir sorudur. Duyguların kontrolü, içgüdülerin zaptedilmesi, dikkatin bir noktaya yoğunlaştırılması birer beyin fonksiyonlarıdır. Yapılan beyin ameliyatlarında zihinsel merkezlerle birlikte beynin bir bütün olarak işlediği sonucuna varılmaktadır. Alından bir lob alındığında zeki katsayısı hiç değişmeyen vakalar olmuştur.

Gage vakası sinir bilimcilerin önemsediği bir olgudur. Gage 1850 li yıllarda ABD de çalışan başarılı, becerikli ve zeki bir ustabaşıydı. Demiryolları yapımında özel bir teknik geliştirmiştir. Dinamitle kayaları parçalıyordu. Bir gün kayada delik açtı, barutu doldurdu, geliştirdiği 3 cm.lik demir çubuğu yerleştirdi. Ateşlerken birisi  ismini sesledi. Dikkati o an dağıldı, başını çevirdi. Barut patladı, demir çubuk gözünün altından girdi sol alın bölgesini parçaladı. 2-3 dakikalık baygınlıktan sonra kendine geldi. Ameliyat oldu, sadece sol gözünü ve beyninin ön bölgesini kaybetmişti. Gage’nin zekası aynı parlaklığı ile devam ediyordu., fakat kişiliği değişmişti. Çok konuşuyor, her şeye karışıyor, küstah, laubali, müstehcen konuşan birisi olmuştu. Girdiği işte ilk anda başarılı oluyordu. Fakat kimseyle anlaşamadığı için sık iş değiştirmeye başlamıştı. Hayatın kalan kısmını serseri bir yaşantı ile geçirdi.

Zekayı etkileyen hastalıklar.

Fenil ketonüri: uygun enzim eksikliği nedeniyle organizma Alanin aminoasidini, Tirozine çevirememektedir. Fenil pirüvik asit idrar ölçümleri ile doğuştan tanı koyulabilir. Tirozinden bol beslenme ile beyin kimyası temel amino asidini sağlamış olur.

Kretinizm: Tiroid bezinin kana yeterince hormon bırakmaması sonucu zihin gelişmesi yavaş oluşur, zeka geriliği ortaya çıkar. Erken yaşta hormon vererek düzeltilebilir.

Tay-Sacks hastalığı: Ailevi bakarkörlük, lipid (yağ) metabolizmasının bozukluğudur. Zeka geriliği ile birlikte seyreder.

Vitamin yetersizliği: Yetersiz kalan maddelerin verilmesi gerekir. Aminoasit ve fosforun fazla alınmasının zekayı geliştirdiğini söylemek zor ve yanlıştır. Bazı zihinsel uyarıcılar (kafein gibi verimliliği etkileyebilir. Yorgunluk hissini azaltan maddelerin uygun dozda alınması zekayı kamçılayıcıdır, öğrenmeyi arttırır.

STRESİN ZEKAYA ETKİSİ

Stres hormonlarının beyinde bilgi akışını nasıl etkilediği ilgi çeken bir konudur.

Az miktarda stres öğrenmeyi arttırırken fazla miktarda stres öğrenmeyi zorlaştırmaktadır.

Çoğumuz heyecanları ve çok basit şeyleri hatırlamakta zorluk çektiğimizi biliriz. Kronik Depresyon sürekli beynin senelerce içinde düşünceyi kullanma becerisini kaybedebilmektedir. Mamafik Alzheimer hastalığının önemli sebeplerinden biriside kronik depresyondur.

Beyin elektriksel ve kimyasal ileti ile çalışmaktadır. Beyindeki kimyasal maddeler yeterli olmadığı zaman bilgi işlem yeterli yapılamaz. Böylece dikkat konsantrasyon güçlükleri, hatırlama bozuklukları ortaya çıkar. Yeni bilgileri beyne kaydetme olan öğrenme süreci ile beyin kimyasının yakından ilişkisi vardır.

Az miktar stres beyinde bilgi akışını hızlandırır, tetiktelik hali ile enformasyon prosesi hızlanır. Fazla miktarda stres beyinde kimyasal alarm yaptığı için bilgi akışı ve enerjisi transferi bloke olur. Stres kimyasal olan noradrenolik fazla salgılanması öğrenme kimyasalı olan asetil kolinin kana karışmasını önler.

Stres durumunda beynin savaş alarmı vermesi korunma ve savunma amaçlıdır. Tehlike ve düşman karşısında ani ve fazla düşünmeden hareket etmesi gerekmektedir. Şu an yeni bilgi öğrenme zamanı değildir. Nitekim aynı anda kalp daha hızlı çarpar, tansiyon yükselir, içimize sıcaklık yayılır. Vücuttaki enerji depoları boşalır. Şeker, yağ asitleri, kolesterol kana daha fazla karışır. Vücuda acil enerji sağlar. Bu durumun uzun sürmesi organlara artık zarar vermeye başlar. Bu nedenle kronik stres bütün organların olduğu gibi beynin yani zekanın da düşmanıdır.

Uzun süreli öğrenimde kortizal hormonumu salgısı önem taşır. Yapılan fare deneylerinde Hipofiz bezi çıkarılmış farelerin zil sesi-yeme zamanı deneyinde öğrenemedikleri, kanlarına korfizon enjekte edildiğinde öğrenmeye başladıklarını göstermiştir. İlginç bir durumunda fazla miktarda kortizolun yaptığı sonuçtur.

Fazla miktarda kortizol verilen farelerin öğrendikleri davranışı unutamadıkları, tekrarlayıp durdukları ve yeni şeyler öğrenemediklerini göstermiştir. Kortizol fazlalığı ile insanın psikolojik takıntısı ve psikolojik takıntıların ilaçla düzelebilmesini bu mekanizma açıklamaktadır.

Zekamızı doğru kullanabilmemiz için stersimizi iyi yönetebilmemiz çok önemlidir.

IV- STRES NASIL HASTALIK YAPIYOR?

Bedenimizde kan şekerinin belli bir denge içerisinde tutulması gerekmektedir. Açlık kan şekerinin 80-110 sınırlarının altına veya üstüne çıkmaması için organizma  insülin salgılayarak veya çeşitli tepkilerle bu dengeyi korur.(Homeostes)

Aynı denge nöropsikolojik yapımız içinde geçerlidir. Bir etken yani stres bu dengeyi bozduğunda çeşitli beyin hormonlarıyla -bunlara stres hormonları deniliyor- sinir sistemimizin çalışması dengelenmektedir.

Stresin olmaması sinir sisteminin ölümü demektir (Eustress).

Buna karşı aşırı uyarı olursa uyum kapasitesi aşıldığında stres hastalıkları hatta ölüm ortaya çıkabilir.

Bazı doğal afetlerde afette yaralanmayan insanın iki üç gün içinde kalp krizinden öldüğü bilinmektedir. Stresin mutluluktan da öldürdüğü de bilinmektedir. Dublin’ de bir diskoda çıkan yangın sırasında çocuklarının öldüğünden emin olan anne onların hayatta olduğunu öğrenince aniden ölmüştü.

Hans Selye, stres konusunda en geniş fizyolojik araştırmaları olan bilim adamıdır. Şu tezi ilk söylediğinde çok kimse inanmamıştı. “ Bugün yaygın hastalıkların çoğunun mikropların, virüslerin, zararlı maddelerin veya her türlü dış etkenin yarattığı aksaklıklardan çok strese uyum gösterme eksikliğinden kaynaklandığını görüyoruz”.

Gerçektende önemli olan hastalık değil hastalığa vücudun verdiği cevaptır. Tıp fakültelerinde temel öğretilerden birisi de “Hastalık yok hasta var” öğretisi idi. Her hastalık için bedensel cevap farklılıkları önemli ayrıntıdır. Organizmamız stres karşısında karmaşık tepkiler geliştirir. Solunum ritmi artar daha çok oksijen sağlanır, kalp ritmi artar metabolizma kamçılanır. Beyin ritmi hızlanır uyanıklık artar. Oksijen ve şekerin artışı ile kaslar uyarılır. Bağışıklık sistemi uyarılır savunma hücreleri ortaya çıkar.

STRES HORMONLARI

Böbrek üstü bezi (Sürrenal Korteks ve Sürrenal Medulla) Kortikoid denilen bir dizi hormon salgılar.

Kortizol en önemli stres hormonudur. Glukokortikoid olarak korteksten salgılanır bilinir. Anti alerjik, glikozu üreten, protein ve yağların glikoza dönüşmesinde, iltihaplı alerjileri bastırmada rol alır.

Aldesteron ve Kortikosteron: Mineral kortikoidlerdir. Böbrek üstü bezinin medulla kısmından salgılanır. Katekolamin (Adrenalin-Noradrenalin) salgılanmasını tetikler.

Adrenalin ve Noradrenalin acil enerji ihtiyacında devreye girer. Adrenalin sıkıntı, korku, depresyonda, Noradrenalin kızgınlık, öfke, saldırganlık durumlarında daha çok yükselir.

Mineral Kortikoidler bağ dokusunu bozarlar, sedimantasyon hızını düşürürler, kan basıncını yükseltirler, damarları büzerler.

Glukoz ve yağ asitlerinin kana karışmasını hızlandırarak vücuda enerji sağlar, uzun süre salgılandığında enerji depoları boşaldığı için yorgunluk ve bitkinlik başlayacaktır.

CRF: ( Cortico Relasing Factor ). Kortikopinin salıveren etken olarak bilinir. Beyinden salgılanır. Beyin bir olayı stres olarak algıladığında hipotalamusten salgılanmaya başlar. Stres tepki zincirini tetiklemiş olur.

Hipotalamusten sinir hücrelerinden salgılanarak ön hipofizden ACTH üretilmesine, böbrek üstü bezinde kortikoid salınmasına neden olmaktadır.

Hipofiz kafatası tabanında bulunan bir oyuk içerisinde yer alan salgı bezidir. Vücuttaki bütün hormonların yönetim merkezidir. Ön kısmı ACTH ve Büyüme hormonu (GH) salgılayarak strese cevap verir. Bu bölgede bazı hormon salgıları ise baskılanır. Böylece Prolaktin salgısı artar.

Arka hipofiz ise kan basıncını yükselttiği ve idrar söktürücü hormonlar salgılar (Vasopressin).

Stres Hipofizosürrenal bir mekanizmadır. ACTH, Kortizol zararları önlerken Mineralo kartikolle hasarlara yol açar.

Adrenalinin Rolü: Strese cevap niteliğindeki biyolojik değişimleri başlatan en büyük etkendir. Adrenalin Tirosin isimli aminoasitten üretilmektedir.

Stres ne kadar fazla ise o kadar adrenalin üretmektedir. Fazla salgılanan adrenalin stres hormonlarının salgılanmasını frenlemektedir. Eğer bu frenleme olmazsa ani ölümler olacaktı. Bu biyokimyasal mekanizmaların ortaya çıkması insanın strese verdiği cevap türlerini açıklayabilmektedir.

İnsanın ruhsal yapısını kullanarak stresini değerlendirmesinin mekanizmasının nasıl olduğu henüz aydınlatılamamıştır.

Uzun süreli streste Büyüme hormonu (GH) Prolaktin ise cinsel ilgiyi azaltmaktadır.Beden savaş alarmı verdiği için yatırımlar geri çekilmiş, eğlenceler frenlenmiş olmaktadır.

STRES VE BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ

“Stres immun supresyon yapar” artık hekimlerin tartışmadan kabul ettiği bir gerçektir.

Stres altında bağışıklık sistemi baskılanır.Tıpkı savaş durumunda güvenlik güçlerinin aşırı yüklenmesi gibi.

Bu konuları inceleyen bilim dalı Nöropsikoimmunolojidir. Sinir sistemi , hormonal sistem ve bağışıklık sistemi arasında varlığı kanıtlanmaya çalışan ilişkileri araştırmaktadır.

Bartop(1977) da yapılan bir araştırmada 6 hafta önce eşlerini kaybetmiş, 26 dul kadın incelenmeye alındı.Şeker hastalığı, kalp kroner hastalığı, barsak kotili, eklem romatizması, allerjik cilt hastalığı, şizofreni ile anlamlı ilişki tespit etti.

Alınan kan örneklerinde vücut savunma sistemini gösteren T-lenfositlerin işlevinde azalma gözlemlendi.

STRESİN AİDS BENZER ETKİSİ

Amerikan Tıp Birliğinin yayın organında 1999yılında yayınlanan bir makalede stresle AİDS’in vücut savunma sistemine benzer etki yaptıklarını belirtti.

Ohio State üniversitesi ve 4 ayrı enstitü tarafından yapılan araştırmalarda stresin vücutta “Cytokine” maddesini azalttığı bulundu.Cytokine maddesi vücudun savunma sisteminde anahtar rolü olan bir maddedir.Vücut savunmasında T-lenfositlerin üretiminde önemli madde olan bu madde az üretildiğinde T hüğcreleri ölmektedir.

Aynı etkiyi AİDS hastalığına yol açan “HİV” virüsünün de yaptığı, vücudun bağışıklık sistemini çökerttiği bilinmektedir.

Ohio State Üniversitesinden Prof.Ronald Glaser sunduğu rapor stresin biyolojisine önemli aydınlık getirdi.

STRES VE YARA İYİLEŞMESİ

“Archive of General Psyhiatry” isimli tıp araştırmaları dergisinde 1999 yılında yayınlanan makalede Dr.Kiecolt-Glaser  ilginç sorunlar elde etti.

35 kadın üzerinde yapılan araştırmalarda stres düzeyi yüksek kişilerde dokuları iyileştiren kimyasal bileşimlerin özellikle Cytokine maddesinin yara bölgesine ulaşmadığı belirtildi.

Stres kandaki bazı hormonların seviyesini yükseltiyor. Bu hormonlar yara bölgesine Cytokine bileşiminin ulaşmasını yavaşlatıyor.

Ameliyatlardan sonra stresin, yaraların iyileşmesine olumsuz etki ederek, hastanın sağlığını tehlikeye sokmaktadır.

Stresin yara iyileştirmesini geciktirmesi operatörler için oldukça önemlidir. Hastanın çabuk ve komplikasyonsuz iyileşmesi için hastanın ruhsal durumunu göz önüne almak gerekmektedir.

STRES-KALP İLİŞKİSİ

Stresli ve hiperaktif özelliklerin fazla olduğu A-tipi kişilik yapısında kalp hastalıklarının 3 misli fazla olduğu, kalp krizinden ölümün 5 misli fazla olduğu bilinmektedir.

Ohio State Üniversitesinde yürütülmüş bir çalışma “Homecysteine” adlı aminoasidin stresli kişilerde arttığını gösteriyor.Bu amino asit kalp hastalıkları riskini artıran bir maddedir.

Finlandiya’dan Dr.Thomas Kamarck ‘da zihinsel stresin kan damarı lezyonlarını ve damar sertliğini artırdığını, kan kolesterol yüksekliği ile stresin ilişkisini doğrular araştırmalar yayınlamıştır.

STRES VE FELÇ İLİŞKİSİ

Newcastle Üniversitesi’nde ileri yaş enstitüsünde bir araştırma yapıldı. Araştırmada 40 kişinin öldükten sonra beyinleri incelendi.Yaşamlarında bir büyük depresyon olayı yaşayanların beyin damarlarında daralma ve sertleşme anlamlı derecede fazladır.

Journal of Neurology dergisinde 2000 yılında yayınlanan röportajda bu deneklerin dokularında Alzheimer bulgularına rastlanmaktadır.

Kalp krizi ve beyin kanaması geçiren denekler, depresyonu yenemezlerse 6 ay içerisinde ölme riskinin 3 misli fazla olduğu aynı araştırmada vurgulandı.

Depresyon bu gün dünyada dördüncü sağlık sorunu ancak böyle giderse 2020 yılında ikinci sağlık sorunu olacağına kesin gözüyle bakılıyor.Dünya Sağlık Örgütü de (WHO) Depresyonu geleceğin sağlık sorunu olarak açıkladı.

BEYİN YAŞLANMASINA ETKİSİNE

“Nature Neuroscience” dergisinde sunulan bir raporda kronik stresin beynin “Hippocampe” bölümünü küçülttüğü gösterildi.

Montreal’de Mc Gill Üniversitesi uzmanlarının (1998) yaptığı bir araştırmaya göre beynin hafıza ile ilgili bölümleri ile kronik stres arasında doğrudan ilişki çıkmaktadır.

Stres nedeniyle salgılanan glucokorticoides adlı hormonların nöronların ölmesine yol açabileceği doğrulandı.Dr.Sonia Lupien başkanlığındaki araştırma ekibi insanın beyninde Hafıza ve Yön bulma ile ilgili bölüm olan Hippocampe bölümünün küçülmesi ve kronik stres arasında paralel ilişki oldukça ilgi çekicidir.

70 yaşlarında 50 kişi 5 yıl boyunca izlenerek bu sonuca varılmıştır.

V- STRESİN ÖLÇÜLMESİ MÜMKÜN MÜ?

Stres hem psikolojik hem fizyolojik sonuçları olan bir durumdur.

Psikiyatri kliniklerinde uzman psikologlar stresin klinik belirtilerini bazı ölçülerle ölçebiliyorlar. Beck, Hamilton, STAI-FORM gibi kaygı ölçekleri bu amaçla kullanılıyor.

Stresin fizyolojik sorunu için hekim muayenesinde tablolarda görülen belirtiler tespit edilebilir.

Diğer bir yöntemde Beyin haritalamasıdır. Günlük pratikte bilgisayar kullanımı ile çekilen EEG (Beyin elektrosu)nin sayısal analizi yapılarak beynin fizyolojisi hakkında bilgi sahibi olunabilmektedir. Beyindeki fizyolojik süreçlerin son ürünü bio-elektrik faaliyettir. Sayısal EEG ile elde edilen beyin haritası kişinin beyninin düzensiz çalışan alanlarını gösterebilmektedir. Özellikle Beta dalgaları beyin stres seviyesi hakkında fikir verir. Beta dalgalarını fazla üreten beynin stres dalgalarını fazla salgıladığını söylemek mümkündür. Böylece kişinin ilaca ihtiyacı hakkında hekime yol gösterici olmaktadır.

Ayrıca “Neuro-biofeedback” denilen bir yöntemle beynin stresli alanlarını bilgisayar ekranında gösterecek stres yönetimi kişiye öğretebilmektedir. Özellikle aceleci hiperaktif insan ve çocuklarda bu yöntem ilaç tedavisinin alternatifi olarak önemlidir.

VI- ÇOCUKLARDA VE GENÇLERDE STRES

Çocuklarda ilk stres doğumla birlikte yaşanır.Bebeğin ağlaması onun anne rahminin sıcaklığı ve rahatlığından dış dünyanın soğukluğu ve inciticiliğine bir tepkisidir.

Bebeğin yeme ve barınma ihtiyaçlarının giderilmesine rağmen stres yaşaması mümkündür.

Bebeklik depresyonu

Bebeği depresyona itecek en önemli neden anne yoksunluğudur.

İlk altı ayda anne birden ayrılırsa üç dönem belirti gösterir.

Protesto dönemi : Sürekli ağlar, dindirilemeyen ve yatıştırılamayan ağlamalar vardır. Yanına biri yaklaştığında susar ama annesi olmadığını anladığı zaman tekrar ağlamaya başlar. Kısa süreli sustuğunda biri yanına yaklaşırsa yine ağlamaya başlar. Sustuğu anda yüzünde yorgun üzgün ifade vardır.

Depresyon dönemi : İştah yeme azalmıştır, kilo kaybetmeye başlar. Fizik gelişme durur, kusma ve ishal olabilir. Muhtemelen beyin büyüme hormonunu yeterli miktar salgılamamaktadır. Bunun sonucu mutlu olmayan çocuğun beden gelişimi de yavaşlayacaktır. Çocuk gözlemlendiğinde küskün ve üzüntülü görünüm sergiler.

İçe kapanım dönemi : 2. aydan sonra anne yoksunluğu devam ediyorsa bebek içine kapanmaya, duygusal tepkiler küntleşmeye başlar. Çevrede olanlara ve yanına yaklaşanlara ilgisiz kalır. Dünyadan soyutlanıyor gibidir. Bu durum büyüklerin şizofrenik bozukluğuna benzer bir tablodur.

Görüldüğü gibi anne ile bebek arasında olağanüstü bir ruhsal bağ vardır. Bu ruhsal bağ çocuğun beyin ve beden gelişimi için temel gıdadır. Sevgisini ilgisini veren anneler çocuklarının beyinlerinde sevgi kanallarının açılmasını, çocuklarının beyinlerinin mutluluk hormonları salgılamasını sağlamış olmaktadırlar.

Yuva hastalığı : Anne veya anne yerine geçen kişiden uzun süre uzak kalındığında oluşur. Burada teke tek ilişki önemlidir. Anne uzun süre hastanede yatabilir veya ayrılmak zorunda kalabilir. Böyle durumlarda çocukla teke tek sevgi bağı olan bir ilişki annenin yerini tutacaktır. Yuva ortamında sürekli bakıcı değiştiği için bu sağlanamaz ve bazı belirtiler başlar.

Yuva hastalığı (Hospitalizm) içindeki çocuklar çevreye ilgileri azalmıştır, geç ve güç uyarılırlar, oturdukları yerde sallanırlar, geviş getirme gibi hareketler yaparlar, kafa sallarlar, vurmaları vardır. Bu vurmalar kendi kendilerini uyarma çabalarıdır. Parmak emmek, sallanmak gibi bedensel zevk kaynaklarına yönelirler. Zeki oldukları halde yalancı bir zeka görünümü verirler. Boy ve kiloları yaşıtlarına göre geridir beslenme ve bakım iyi olsa da ani ölümler çok olur.

ANNEYİ KAYBETME KORKUSU

Çocuk kendisine bakım veren kişiye derin bir bağlanma gösterir. Bu yetersizliğin ve çaresizliğin kaçınılmaz sonucudur. Bakım veren kişi, yani kendisini güvende hissettiği kişi ki bu çoğunlukla annedir onu dövebilir. Dövdüğü halde tekrar annesinin kucağına sığınır. Bu o çocuğun en mutlu anlarından birisidir.

Çocuğa bakım veren kişinin kısa veya uzun süre ayrılması hayatın kaçınılmaz bir parçasıdır.

Bu bağlanma-ayrılma ilişkisi insanın ileri yaşlardaki hayatına yön veren temel bir ilişkidir. Evlendiğinde veya askere gittiğinde uyum sağlayamayan , okul korkusu çeken çocuklar ve gençlerde bağlanma-ayrılma ilişkisini tam olgunlaştıramamak gerçek nedendir.

Böyle insanlarda bağlandığı ve sevdiği kişiyi kaybetme korkusu vardır.Bu korku ve sıkıntı yaşamın kaçınılmaz parçasıdır.Hayatın normal sürecinde bu korku çocuğu geliştirecektir.Bireyselleşmeye itecektir.

Yeterli annelik nedir?

Anne temasından yoksun çocuklar ilgisiz, soğuk, isteksiz, geç uyarılan soluk renkli, mide bağırsak, solunumu bozuk çocuklar olur. Erken yaşlardaki anne yoksunluğu ileri yaşlarda uyum bozukluğuna neden olur.

Ülkemizde genelde bu durumun tersi olur. Çocuk anneye bağlandığı gibi anne de çocuğa bağlanır.Karşılıklı doyum sağlayan bir ilişki vardır.Anne o derece koruyucudur ki elinde tabak arkasında dolaşır, her şeyini kontrol eder, çocuğa inisiyatif vermez. Böyle çocuk anne olamadan tuvalete gidemez, okula başlarken ayrılmak istemez. En ufak ayrılığı annesini kaybedeceği kokusu olarak algılar.Anne tavuk civcivleri büyüdüğünde kanadıyla iter; onların bireyselleşmesine fırsat verir. İnsan annesi de bunu yapmalıdır.Aksi taktirde çocuk sosyal ilişki kurmada beceriksiz, içine kapanık , cinsel davranışlarında donukluk yaşayan bir genç olur.

İnsanın sağlam benliğinin gelişmesinde nitelikli, teke tek ve sürekli anne-çocuk ilişkisi kaçınılmaz kuraldır.

ÇOCUKLARDA STRESİN İFADESİ

Çocuğun her doğru veya her yanlış davranış bir işarettir.Ergenlik dönemi öncesi çocuklar ve gençler sorunlarını söz diliyle ifade edemezler.Kullandıkları dil “Davranış dili” dir.

Yatağı ıslatma, yemeği reddetme, yalan söyleme, hırsızlık, öfke nöbetleri, kekemelik, aşırı hareketlilik, içe dönüklük, uykusuzluk, kıskançlık, tembellik, sinirlilik, suç işlemeler, bağımlılık, hastalık hastalığı, kadınsı erkeksi cinsel sapmalar, intihar tedbirleri.

Bu saydıklarım çocuklarda sık görülen davranım bozukluklarıdır. Davranım bozuklukları büyüklere, anne-babaya ve topluma verilmek istenen bir mesajın varlığını gösterir. Mesajın arkasında bir duyum saklıdır. Duyuru genelde şudur. “ Dikkat! Lütfen bana zaman ayırın”

AH ŞU OKUL !

“Ben dört yaşında bir çocuğum. Bu yaşa kadar birkaç çocukla oynadım, eğlendim çok mutluyum. Anne-babam benimle ilgileniyor. Onları çok seviyorum. Yabancı çocuklarla oynamak istedim benimle alay ettiler, arkadaş nasıl kazanılır bilmiyorum. Şimdi annem-babam kararlaştırmışlar beni 10-15 öğrencinin olduğu bir ana okuluna verecekler. Yabancı çocuklarla beraber olma düşüncesi bana çok korku veriyor.

Korkumu anne-babama nasıl ileteceğim? Evde oynamak istediğimi nasıl söyleyeceğim?”

Evet küçük hanımın başvuracağı muhtemel yollar şunlardır.

  1. Kaygıya kapılıp, yuvaya başlayacağı gün hastalanıp, oraya gitmemeye çalışır.
  2. Yuvada içine kapanık, çekingen kalmayı tercih etmek.
  3. Öfke krizi geçirip anne-babanın anlayışsızlığını protesto etmek.
  4. Altını ıslatıp anne-babanın acıma  duygusunu harekete geçirmek.
  5. Tırnak yemeye başlamak.
  6. Annesini yanında istemek.

Dört yaşındaki yavrucuk kişilik yapısına, korku ve güvensizliğinin derecesine göre bir yolu seçecektir.

“Ben henüz yuvaya gidecek duruma gelmedim” diyecek kadar akıllı davranamaz, bunun için söz dağarcığı da müsait değildir. O halde “ yuvada olmaktansa sizin yanınızda olmayı tercih ederim” demenin bir yolunu bulacaktır. Bu davranış diliyle olacaktır.

Anne-baba ne yapmalı

Birincisi çocuğu anladığını hissettirmeli onu kucaklayarak rahatlatmalı.

İkincisi ana okulunda, yuvada öğrenmesi gerektiği şeyler olduğunu ona ifade etmeli. Büyük insan gibi onunla konuşmalı ancak büyük insan davranışı beklememeli. Kararlı ve tutarlı bir şekilde okula gidip gelmesini sağlamalıdır.

 

Kim Psikoloji Psikolojik Danışmanlık Merkezi
Kısıklı Mah. Alemdağ Cad. Masaldan İş Merkezi No: 60, A Blok Kat 1 Çamlıca Üsküdar İstanbul
0216 428 7 546
Gelişmelerden haberdar olmak için lütfen mail grubumuza üye olunuz:

Yorum Yap

Konuşalım

T: +90 216 428 7546
E: [email protected]