Psikolojik danışmanlık ve psikoloji gibi bölümlerde üniversite eğitimi almak ve insanlara yardım etmek pek çok gencin hayali. Fakat bu bölümlerde eğitim sürekli devam ediyor: Yüksek lisans, doktora, çeşitli terapi eğitimleri alanda uzmanlaşmak ve psikoterapist kimliğini elde edebilmek için mezunların odağında yer alıyor. Elbette psikoterapist olma süreci sadece eğitimle sınırlı kalmıyor, psikoterapist olacak kişinin kendi yaşamında yer alan sorunları yine terapi yöntemleriyle çözüme ulaştırması, yüzleşmesi gereken korkuları ve kaygılarıyla yüzleşmesi ve sivri olan taraflarını psikoterapi yardımıyla törpülemesi gerekiyor. Yoğun eğitim süreci ve yapılan bireysel çalışmalara rağmen danışmalarda karşılaşılan sorun veya olumsuz durumları çözümlemek için gözetim yardımı almak da psikoterapist için gelişime giden yolda önemli müdahalelerden sadece biri. Böylesine zorlu ama olabildiğince keyifli bir uzmanlık yolunda olan ve psikoterapistliği merak edenler için, alanda oldukça tecrübeli, psikoterapist yetiştiren ve onlara gözetim veren Dr. Steven G. Brownlow ile psikoterapist nasıl olmalı konulu keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Uzm. Psk. Özge Erel Arda: Psikoterapist olmak fedakârlık ve sürekli eğitim gerektiren bir iş. Öncelikle, psikoterapist olma yolundaki maceranızdan biraz bahseder misiniz? Nasıl karar verdiniz ve ne tür bir eğitim aldınız?
Dr. Steven G. Brownlow: Aslında eğitimime ekonomist olmayı düşünerek başlamıştım. Ekonomi okurken, Daniel Kahneman’ın ilk yazılarından bir tanesini okudum ve ekonominin 200 yıllık felsefeden daha çok sosyal psikolojiye dayalı olduğu fikrine bağımlı hale geldim. Bu sayede sosyal psikolojiyi öğrenmeye başladım. Zaman geçtikçe gördüm ki, bu işte iyiyim. Ayrıca, ekonomide gerçekten ilginç olan problemlerin psikolojiyle örtüşmediğini gördüm ama ekonomi doktorasına giden yolda klinik psikoloji üzerine yüksek lisans yapma arzusunda da değildim. Bu, beni akli dengesi yerinde olmayan yetişkin erkekleri tedavi eden bir merkezde görev başı eğitime yönlendirdi.
İlginç bir şekilde, bu konuda iyi olduğumu gördüm. Ekonomiyi unutma kararı alıp, psikolojiye yöneldim. Yüksek lisans eğitimimi bir üniversiteden Sosyal, Kişisel ve Gelişim Psikolojisi üzerine alıp ardından ikinci üniversitede gerekli olan dersleri tamamlayarak, lisanslı profesyonel bir danışman olabildim. 10 yıl sonra doktora eğitimimi Klinik Psikoloji üzerine tamamlayabilmek için üçüncü üniversiteye kayıt oldum. Üçüncü üniversiteye başladığımda, insanların duygularını nasıl işlediği konusuna odaklanacak kadar ilerlemiştim. Bu da benim doktora eğitimi alırken çalıştığım ve araştırdığım bir konuya dönüştü.
Ö. E. A.: Psikoterapide terapist, eğitmen, gözetmen, teorisyen gibi birçok rolünüz var. Şu an bu rollerden en çok hangisini yerine getiriyorsunuz?
S. B.: Bir karışım halinde olduğunu söyleyebilirim. Bildiklerimle örtüşen bir şey tecrübe eder veya okurum, ardından nasıl bir etkisi olacağına dair zihnimde test etmeye başlarım. Umut vaat ediyorsa, önce kendimde test ederim ve sonra terapideki başka insanlarda… Sınırlarını fark etmeye başlayınca, keşfettiklerimle diğerlerini eğitip sonra da gelecek gözetim oturumlarına yerleştiririm. Durmadan öğreniyor, test ediyor ve uyguluyorum. Bu da her şeyi, vücutta var olan öğrenme seviyesinden daha derinlerde olan ve aslen duygular tarafından taşınan eski bir anlayışa götürüyor.
Ö. E. A.: En çok hangisini seviyorsunuz?
S. B.: En çok hoşuma giden bölüm, diğer terapistlerin öğrettiklerimi başkalarına yardım etmek için uygularken kendi hayatlarına da uygulayacağını bilmek ve büyük değişiklikler yarattıklarını görmek. Bu heyecan verici! Tanışmayacak olmamı bilmeme rağmen, yaptıklarımın birçok insana olumlu anlamda döndüğünün farkına varmama yardım ediyor. Bu, bana kendimi iyi hissettiriyor. Yeteneklerimle bir şeyler gerçekleştiriyormuşum gibi geliyor bana.
Ö. E. A.: Psikoterapistler başarılı olmak için bazı özelliklere sahip olmalılar. Bir terapistin sahip olması gereken kişisel özelliklerle ilgili tecrübe ve fikirlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
S. B.: Bugüne kadar tanıştığım en iyi terapistler empati kurabilen, sezgileri gelişmiş, hassas, sevgi dolu insanlardı. Ruhani fikirli fakat pratik, kanıtlara dayanarak hareket edip kafalarını, kalplerini ve iç güdülerini dengede tutan insanlardı. Ne yazık ki, bence bizim eğitim sistemimiz yeni terapistlerde bu dengeyi bozuyor. Doğal kabiliyetlerin önemini azaltıyor ve diğer insanlara yardım etmek isteyen yapılarını değişmeye zorluyor. Yeni terapistler kalplerini dinlemeyi bırakmışlar, ayrıca iç güdülerini esin kaynağı olarak değil daha çok bir kaygı odağı olarak görüyorlar. Bu da bilgi vermek istediğimiz alanda sorunlar oluşturuyor.
Ö. E. A.: Peki psikoterapist olmak için gerekli olan diğer koşullar nelerdir?
S. B.: Doğal kabiliyetin yanında terapist, insanların nasıl daha iyi hale gelebileceğini öngörmeye ve takıldıklarına cevap oluşturacak tedavi yöntemini belirleyebilmeye ihtiyaç duyar. Zaten bize bugüne kadar öğretilenler de bunu yapmamamız gerektiğini belirtir. Ayrıca, doğru zamanda doğru denetim terapistin gelişiminde hayati önem taşır. İnsanlar gelişmeyi bırakınca, gerilerler. Gelişen terapistler gelişen danışanlar elde ederler.
Ö. E. A.: Mitolojide, Şiron kişinin yaralarını kalbine alarak yaraları tamir etmesiyle bilinir. Bir psikoterapist de Şiron’a benzetilir. Bu benzetmeye katılıyor musunuz?
S. B.: Terapistler için kullanılan arketip “yara iyileştirici” ifadesinden pek hoşlanmıyorum. Bu arketip yaraları iyileştirme veya daha iyi hissetmek için ciddi çaba göstermemek için kullanılan bir mazerettir. Bizim toplumumuzda bir nevi negatif bir basmakalıp yargıdır da. – “Terapist misin? Çıldırmış olmalısın. Beni analiz etme!” – Bu tarz reaksiyonları alıyorum ve sanıldığı kadar da komik değil ayrıca.
Bazı terapistler, kendi yaralarının, danışanların kendilerini tanımlamasında işe yaradığına inanıyor. “Bana güveniyor çünkü benim de alkol bağımlılığından kurtulmaya başladığımı biliyor.” Bence bu saçmalık ve potansiyel olarak da tehlikeli! Alkol bağımlılığı olan kişilerle ve ayrıca katil ve tecavüzcülerle de çalıştım. Kavramsal olarak engellilerle de çalıştım. Bu tarz etiketlerle tanımlama yapmaktan hoşlanmıyorum.
Benim görüşüme göre kişi, gücünü davranışları, hikâyesi veya kişiliğinde değil; kendinde bulunan hakiki özünde bulur. Gücümüz kişisel yaralara sahip olmaktan gelmiyor, onları sarmamızdan geliyor. “Evet, alkol ile alakalı geçmişte sorunlarım vardı, ama bu çalışmayla en derin, en saf tarafımı yeniden keşfettim, sen de yapabilirsin.” Hizmet ettiğimiz şey kısa süreli değişimlerden daha fazlası.
Ö. E. A.: Gözetim psikoterapide bir başka gerekli kavramdır. Terapide iyi gözetimin rolü ile ilgili fikirlerinizi alabilir miyiz?
S. B.: Gözetim ile ilgili çok görüş aldım. Bazen oturumda basit bir strateji olarak gerekir: “Gelecek olan danışanla alakalı ne yapmalıyım?”, “Bunu kim yapıyor?”. Bazen yeni bir beceriyi güçlendirebilir veya açıklayabilir. Bazen, insanlara farklı problemlerle alakalı nasıl farklı şekilde düşünebileceklerini öğretir. Bence, bu tür denetimlere hepimiz aşinayız.
Başka bir tür gözetim ise terapistin gücüne odaklanır ve neyi iyi yaptığına göre şekil alır. Genellikle, davranışlarla sınırlanır, ama kendine göre kavramsallaştırılabilir. Çoktan ifade ettiğim gibi, bizim en büyük gücümüz içimizde bulunur. Gözetimin bu kısmı terapistin bu özü ve gücü keşfetmesi, farkına varması ve geliştirmesi üzerine kuruludur.
Son olarak, danışanın tedavisinin yetersiz olup, terapistin ne olduğu ve sorunu nasıl çözebileceği konusunda yardım almasını amaçlayan gözetim sağlamak da mümkündür. Psikodinamik gözetim tarihsel olarak, terapistin karşıt aktarımla problemler oluşturabileceğini ileri sürmüştür. Şu an savunmayı eskiden daha farklı görüyorum ama yine bütün bulduğumuz şudur ki savunmayı çözmek insanların özlerindeki güce ulaşmada yeteneklerini açığa çıkarıyor, zaten amacımız da bu… Bu durum, terapiyi düzelten gelişimi de sağlıyor.
Ö. E. A.: Kendi terapi modeliniz olan Uygulamalı Dinamik Duygusal İşleme Kuramı (ADEPT) ile biliniyorsunuz. Bu modelin ne olduğunu ve terapideki etkinliğini bize biraz anlatabilir misiniz?
S. B.: ADEPT’in büyümesine sebep olan şey, benim insanların gösterdiği duyguları fark etmem ve bunları hissetmiyormuş gibi yapma davranışlarını daha dipte motive ettiklerini görmem oldu. Bu gayet açıktı, ama diğerlerinin bu konuda ne yazdığını veya öğrendiğini araştırdığımda, bunun üzerine ne araştırmacıların çalıştığını ne de klinikçilerin yazdığını gördüm. Yerine düşünce, davranış, stres ve motivasyon, sistemler, fizyoloji ve buna benzer ilginç olmayan şeyler hakkında yazıyorlardı. Ben, duyguların merkez olduğunu ve bunun dışında kalan her şeyin duyguları etkilediğini açıkça düşünüyordum. Bu konuyla alakalı öğreneceksem, kendi kendime çalışmalıydım.
Önce, iki farklı duygu varmış gibiydi: Gerçek olanlar ve benim savunmacı olduğunu düşündüğüm diğer hepsi. Bu varsayımla yıllarca çalıştım. Doktora çalışmalarıma başladığımda, Les Greenberg’ün Duygu-Merkezli Terapi ile alakalı çalışmasını okudum –burada dört tip duygu olduğunu ve bunları eserinde yazdığı sorularla kategorize ettiğini söylüyordu–. Fark ettim ki bir araya getirmemem gereken şeyleri bir araya getirmişim, ama sonra onun da bir araya getirmemesi gereken şeyleri bir araya getirdiğini fark ettim.
Beş tür duygu var; hisler, savunmacı duygular, alışkanlıktan gelen duygular, reaktif duygular ve işlenmemiş duygular… Bunlar Greenberg’in verdiği isimler değil, çünkü onun konseptlerini kullandığımda, insanlar bunları karıştırıyor. Klinikçi yazar Helen Block Lewis ve Virginia Satir ile kendi tecrübelerimi derleyerek bu isimleri oluşturdum. Her tipin ayrı özelliği, fonksiyonu, tedavi süresince farklı yaklaşımlar gerektiren durumları var. Greenberg’in haklı olduğu husus, savunmacı duygular yerine hislere odaklanmış olması… Oysa CBT gibi bir çok standart terapi, savunmacı duygulara yakın durarak onların potansiyel olarak büyüme ihtimaliyle ilgileniyor.
Greenberg ile benim aramdaki fark ise alt yapılarımız. O, Geştalt terapisti olarak başladı. Geştalt gerçekten iyi ama fazlasıyla ‘şimdi’ye odaklanıyor… Bu arada, ben de Psikanalitik Psikoterapi, Çözüm-Odaklı Kısa Terapi, Eriksoncu Hipnoterapi konusunda eğitim aldım. Bu sayede odağım geçmiş ve gelecek oldu; aynı zamanda değişen zaman çerçeveleri, trans çalışma ve hızlanma durumuna göre derinlik gösteren zaman değişimleri üzerine çalıştım. Bu farklılıklar yüzünden, Greenberg ile tedavi odağımız farklı. İkimiz de insanların ‘şimdi’ye uyum sağlamalarını istiyoruz. Sonuçta, o da hisleri teşvik ediyor. Bu muhteşem bir amaç, danışanlarımın yapabildiklerinden birisi, özellikle ilki… Geçici duyguları göz ardı edilebilir farklar olarak görmüş ve onların ‘şimdi’ye uyumlanamayacağını düşünmüş. Bana göre bu duygular başarılı tedavilerde anahtar olabilirler.
Bahsetmek istediğim son şey ise benim anlama becerimin hala geliştiği bölge. Uzun zamandır insanlar duygularını geride bırakıp kendi savunma sistemlerini geliştiriyor ve işleyişte duygularıyla aralarındaki bağlantı kopuyor. Bunu kendimde ve başkalarında daha çok keşfettikçe, eski bir duygusal acıyı çözmenin savunmayı nasıl ortadan kaldırdığı ve daha büyük ruhani bir bütünleşmeyi sağladığı benim için daha açık ve net oldu. Kişisel bir çok şüphe ve savunma davranışı kenara konduğunda, artık korunmaya ihtiyaç kalmaz. Bu noktada, limitlerin nereye kadar olduğu belli değil.
Ö. E. A.: Terapistliğe yeni başlayanlara önerileriniz nelerdir? Tavsiyelerinizin onlar için çok anlamlı olacağını düşünüyorum.
S. B.: Merak edin. Her şey üzerine çalışın. Danışanlarınızda ve sizde neyin iyi çalıştığını bulun, sonra bunu geliştirin. Bunların ötesinde, özünüzde kim olduğunuzu bulun, bu özünüzü danışanlarınıza her buluştuğunuzda göstermeye çalışın. Terapinin sihri işte buradadır.
Ö. E. A.: Bizimle paylaşmak istediğiniz başka bir şey var mı?
S. B.: Bir iki soru önce beş tip duygudan bahsetmiş olmama rağmen, hala bu duyguların birbirinden farkını tam açıklayamadım. Eğer http://adeptpsychology.com/about bağlantısına tıklayıp, sayfanın sonuna doğru giderseniz, burada e-posta takipçilerimin kullanabileceği ve bu konuyu daha net açıklayabilecek bir anahtar bulacaksınız. Anahtarı terapistlerin tedavi etkinliğini arttırmak için kullanabileceklerine inancım büyük.
Dr. Steven G. Brownlow
Texas Üniversitesi’nde Ekonomi bölümünü bitirdikten sonra yüksek lisans eğitimini Eğitim Psikolojisi alanında yapan Brownlow, aynı üniversitede Psikolojik Danışmanlık lisansını alarak doktora eğitimini Walden Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji üzerine yapmıştır. Travma mağdurlarına yaklaşım ve travma önleme, cinsel suç mağdurlarının tedavisi, çözüm odaklı terapi, hipnoterapi teknikleri, modern psikanalitik yaklaşımlar, aile terapisi teknikleri, çocuklarla psikolojik danışma, nöropsikolojik tanı ve tedavi konularında uzmanlaşmıştır. Çeşitli kurum ve kuruluşlarda aile kriz danışmanı, çocuk ve ergen psikolojik danışmanı, psikolojik ölçümleme uzmanı, psikolog, psikoterapist, direktör, koordinatör, dernek kurucusu olarak çalışmış ve bireysel oturumları ve grup oturumlarını yönetmiştir. Birçok akademik çalışmada görev alan Brownlow’un travma önleme konusunda yaptığı çalışması ödüle layık görülmüştür. Psikoterapist eğitimine yönelik çalışmalarına ağırlık veren Brownlow, kurduğu “ADEPT Psychology” isimli dernekte uzmanlara gözetim ve terapi teknikleri konusunda eğitim de vermektedir.
Altunizade Mah. Kısıklı Cad. No: 108 Manolya Apt.
Çamlıca İSTANBUL
0216 428 7 546 (0216 HAT P KİM)
[email protected]
www.kimpsikoloji.com